KİM 5

KİM 5

İSLAMİYETE GEÇİŞ

  1. İslamiyete geçişte hangi tereddütler yaşandı?
    İslam dünyasının kuruluşu, özellikle Halife Ömer (634-644)’in iş başına gelişi Türk dünyasının önünde yeni fırsatlar yaratmıştı. Türklerin önünde aşılmaz duvar olan Sasani Devleti, Araplar tarafından yıkılmış, Türklere batı yolu açılmıştı. Batıya ilerleyen Çinliler, Ön Asya’dan doğuya doğru ilerleyen Araplar ile bugünkü Özbekistan sınırlarında bulunan Talas nehri sahilinde karşı karşıya geldiler.
    Çin saflarındaki Türk kavimleri Arap safına geçince savaşı İslam orduları kazandı. (751) Köktürk, Karluk, Karahanlılar devletlerinin kurucusu olan Karluk boyu Çin baskısından Talas Savaşı sonrası kurtulmuş, Isıg Gölü ile Siriderya nehri arasındaki vadileri ele geçirmişlerdir. Karluk Devleti’nin kuruluşunun ilk adımları atılmış, tahminen 766 yılında başkenti Karaordu olarak Arslan İl Tirgüg liderliğinde kurulmuştur.
    Bu devlet 840 yılında Uygurların varlığının sona ermesini fırsat bilip Köktürklerin halefi oldukları iddiasının verdiği itibarla Karahanlılar Devletine dönüşecektir. İslamiyet yerleşikliği dayatır. Türk hakanları kendilerine elçi gönderip Müslümanlığa girmelerini isteyen Emevi Halifesi Hişam’ a “İslam olursak aç kalırız. Bizde ne kunduracı ne berber ne terzi var” diye kaygılarını dile getirirler. Oğuz ileri gelenlerinden Yınal unvanlı şef İslam olunca Oğuzlar kendisine İslam olursan bize başkanlık yapamazsın diye karşı çıkmış, şef bu yüzden eski dini Şamanizm’e dönmek zorunda kalmıştır.
    İslam dini çok eski zamandan beri sulu tarım yapan ve canlı bir kent yaşamı bulunan İran ile Seyhun-Ceyhun ırmakları arasındaki bölgeye kolayca yerleşir. İslamiyet, tarımcı yerleşik halkların dini olur. Prof. Lawrence Krader ‘e göre İslam, tarım ve yerleşiklik Seyhun-Ceyhun bölgesinde hemen hemen eş anlam kazanır. Bölgede yerleşikliğe geçen Türkler, İslam dinini kabullenirler. Göçebe Türkler ise 300 yıldan fazla bir süre İslam’a karşı savaşırlar. Firdevsi’ nin ünlü Şehname’sinde anlatılan İran- Turan savaşları, gerçekte İslam’dan çok önce başlamış göçebe-yerleşik savaşlarının öyküsüdür.
    Dede Korkut Hikâyeleri de İslamiyet’ e geçmiş Türkler ile Şamanist Türkler arasında geçen savaşa dayanır. Her iki tarafta savaşanların adları Türkçedir. (A.K.) Altaylılar gibi yüksek dağların uzak köşelerinde ve Yakutlar gibi Kuzey Sibirya’da binlerce yıl içerisinde pek az değişerek, eski ekonomi ve kültürünü koruyarak 20. Yüzyıla ulaşan küçük ve dağınık Türk toplulukları vardır. Fakat bunlar araştırmacılar için çok değerli ve canlı bir etnografya müzesi olmaktan öte bir anlam taşımaz. 15. Oğuzlar Devleti hakkında ne zaman ortaya çıktı? Devletin yapısı hakkında bilgi verir misiniz? 10. yüzyıla gelindiğinde Oğuzlar, Hazar denizinin doğusundan Siriderya nehrinin orta mecralarına kadar uzanan sahada yaşıyorlardı. Batıda Hazar Devleti (Kıpçaklar) , Bulgarlar; doğuda Karahanlılar; kuzeyde Kimekler; güneyde Müslüman Araplar dünyası vardı.
    Oğuz Devleti diye bilinen bu devletin müsakil olduğu kuşkuludur. Muhtemelen Köktürklerin yıkılışından sonra kurulan Türgeşler veya Karluklar devletlerinin hâkimiyetindeki bir kuruluş, bir vasallık olabilir.
    Oğuzların başında Yabgu unvanı verilen kimseler vardı. Onu izleyen kişi olarak ordu kumandanına Subaşı denir, daha sonra Tarhan ve dördüncü sırada Yınal gelirdi. Yabgu dahil, kimse keyfî davranamazdı. Oy birliği ile usul ve ananelere göre alınan kararlar, sıradan bir Oğuz vatandaşının itirazı ile geçerliliğini yitirebilirdi. 16. Selçuklular kimdir? Kısaca anlatırsak 11. yüzyılda bugünkü Türkistan’da Karahanlılar, Maveraünnehir ve Horasan’da Samanoğulları, bugünkü Afganistan ve Pakistan coğrafyasında Gazneliler, Batı İran ve İrak’ta Buveyhiler, Mısır ve Suriye’de Fâtımîler bulunuyor, Anadolu ve Balkanlar’daki Bizanslılar ile tablo tamamlanıyordu.
    Selçuklu ailesi tüm bu karmaşık denklem içerisinde ortaya çıkan, her geçen gün yıldızı biraz daha parlayan, adını Selçuk Bey’den alan bir ailedir. Selçuklu Oğuzları bağımsızlığı kuşku götüren Oğuz Devleti’nin içinden çıkan bir ailenin büyümesi sonucu ortaya çıkar. Devletin kuruluş dönemi 80 yıllık bir süreye yayılır. İmparatorluk hâline dönüşmesi ise birkaç yüz yıl zaman alır.
    Selçuklular devlet kurma imkânını uzun ve sancılı bir süreç sonucunda elde etmişlerdir. XI. yüzyılda Siriderya (Seyhun) nehrinin Aral Gölü’ne döküldüğü yerde otururlarken Samanoğulları, Karahanlı ve Gazneliler arasındaki çekişmelere ganimet sağlamak maksadıyla taraf olmuşlar, duruma göre saf değiştirerek varlıklarını korumuş ve güçlendirmişlerdir.
    Samanoğulları ile Karahanlılar arasındaki rekabet bu aileye fırsatlar sunmuş; müttefik edinme imkânı vermiş; adım adım ortaya çıkan gelişmeler bölgesel bir iktidarın önünü açmıştır. 17. Biraz daha açarsak Türk ve dünya tarihinde Selçukluların yeri nedir?
    Büyük Selçuklu İmparatorluğu’nun kuruluşu tarihi, göçebelikten yerleşik yaşama, Şamanizm den İslamiyete geçiş sürecinin ilginç bir örneğidir. Özetlenmesi hayli güç olan, keskin virajlarla dolu bu öykünün kahramanları da çoktur. Yaklaşık 1000 li yılların başında Selçuk, Oğuz Devletinin önemli simalarından biri olarak dikkati çeker. Oğuz Yabgusu, onu Subaşı görevine getirir. Fakat Selçuk’un liyakati onu Oğuz kabilesinin liderliğine sürüklemektedir. Selçuk, Yabgu’dan gelecek hamleyi beklemeden bölgeyi terk edip bir bakıma kendi kendisini sürgüne sevk eder. Yerleştiği Cend şehri Siriderya’nın sol sahilindeki bir sahadır. Oğuzların uç bölgesidir. Samanoğulları, Gazneli, Karahanlı iktidarlarına da uzak ve güvenli bir yerdir. İslamiyet’ e geçen Oğuzlarla Şamanist Oğuzların çatışma alanı olarak gaza muhiti diye adlandırılmaktadır.Bir bakıma Selçuklulara tarihte üstlenecekleri roller için fırsatlar sunmaya açık bir bölgedir.
    Müslümanlığı bu bölgede seçen Selçuk, bölge valisi ile irtibat kurarak ilk siyasi adımlarını attı. Oğuzların tahsildarı bölgeden kovularak Şamanist Oğuz hâkimiyetinin tanınmadığı ilan edildi. Karahanlılara karşı, Samanoğulları ile ittifak yapılarak güç dengelerini değiştiren taraf olma payesi elde edildi. Yeni otlaklar kazanılıp aileye katılımlar olması sağlandı. Samanoğullarının sınırlarını koruma vazifesi üstlenilerek askerî güç sergilendi. Bir yanda İran ve Maveraünnehir hâkimiyeti için mücadele eden güçleri, diğer yanda Sünni-Şii çekişmesini, Bizans taarruzlarını gözetme zorunluluğu vardı. Samanoğulları yapılan yardımlarla ayakta duruyordu. Belh ve Herat’tan sonra Buhara’yı alan Gazneli Mahmut gözünü Horasan’a dikmişti.
    Samanoğulları tüm yardımlara rağmen yıkılınca bölgedeki otorite boşluğu son safhaya yükseldi. Selçuk Bey’in vefat ettiği ortamda ailede liderlik sorunu uç vermiş, Arslan aday olarak belirmişti.
    Selçuklular uçlardan içlere, o zamanki adıyla Turan’dan İran ‘a geçerek büyük bir hamle daha yaptı. Yeni bölge Maveraünnehir’di. Ancak bölgede kabuğuna çekilmek en güvenli seçimdi. Karahanlı Nasr, Ceyhun (Amuderya) nehrinin sınır olması konusunda anlaşmış, bu tanzim sonucunda Selçuklu Oğuzlarının muhiti Karahanlı sınırlarında kalmış oluyordu. Karahanlı prensi Ali Tekin’le dostluk kurularak bu riskli dönem geçiştirilmeye çalışıldı.
    Kaynakça: 1. Türklerin Tarihi- Doğan Avcıoğlu 2. Büyük Selçuklu İmparatorluğu Tarihi- Mehmet Altan Köymen 3. İslam Ansiklopedisi 4. Marmara Üniversitesi Araştırmaları Dergisi, cilt 1, sayı 1

UZAK TARİHTEN VECİZ NOTLAR

1.Bu yazı dizisinin amacı ve okurlar açısından değeri nedir?
Yazı dizimizin amacı günlük hayatın yorucu trafiğinde cilt cilt kitap okumaya vakit bulamayan okurlara tarihimizi ekonomi, siyaset, kültür, askerî güç mukayeseleri içinde vermek, bu sayede hadiseleri daha anlaşılır şekilde sunmaktır.
Devlet adamları adlarıyla, takvimlerle, rakamlarla boğulmuş bilgiler yerine, açıklayıcı yorumlar vermektir. 2.Daha açık izah eder misiniz, okuyucuyu yeterince aydınlatacak binlerce kitap, Tv. Programları, dergi ve gazete yetmezmiş gibi bir de bu bülten çıktı başımıza demekte haksız mıyız?
O, okura kalmış. “Aslında okumamak ferahlık, öğrenmemek rahatlık, bilmemek mutluluktur” diye düşünenler de var. Ülkemizde akademisyenler tarafından yazılmış kitaplar yazılırken enerjinin büyük bölümü veri toplama konusunda harcanmaktadır. Okuyucunun bu kitapları bulması, bunlar için vakit ayırması, bir konu için birçok kaynağa başvurması güçtür.
İlk ve orta öğretim ders kitapları ise zülfiyâre dokunmamak için yazıldığına göre onlardan bilgi edinmek çok daha zor. Mete Han’dan, Atilla’ya, Cengiz Han’dan Timur’a ve diğer tarihî şahsiyetlere kadar liderleri ön plana çıkarıp kitleleri ihmal eden, o dönem kullanılan üretim araçlarını, insanların nasıl geçindiğini, ne yiyip ne içtiğini, neye inandığını sorgulamadan yazılan tarih, masal kadar bile değer taşımaz. Ayrıca Türk tarih tezi, Güneş Dil Teorisi gibi ayakları yere basmayan yaklaşımlar cumhuriyetin ilk yıllarından bugüne başımızda Demokles’in kılıcı gibi sallanıyor. Temcit pilavı gibi tekrarlanan yersiz iddialara dünyada bizden başka inanan yok.
Saplantılı, takıntılı insanlar öğrenme yeteneğinden yoksundurlar. Sorgulamanın önüne millî güvenliği, araştırmanın önüne vatanseverliği koyarsanız bir asırda bir parmak yolu kat edebilirsiniz. Cesur girişimlere ihtiyacımız var. 3. Sizin taraf tutmadığınızın, kusursuzluğunuzun güvencesi var mı? Özetlemek, kısaltmak başlı başına bir risktir. Bu konuda ne kadar isabetli seçim yaptığımı bilmiyorum. Umarım ben övmenin ve övünmenin dışında lakırdılar edeceğim ve ulaşabildiğim çevrelerin çok büyük eleştirilerini almayacağım. 4. Sanırım farklı metot kullanarak sunumda bulunmaktan yanasınız. Sunumuzun başlıca özellikleri neler olacak, nasıl bir yol takip edeceksiniz? Tarihi, mezarlıklar müdürlüğünün arşivi olarak değil, dinamik bir süreç olarak ele almaktan yanayım. Kronolojik sunum yerine tematik anlatımı esas alacağım. Göçebe yaşamak, yerleşik olmak, merkezî otorite oluşturmak, hukuksal düzene geçmek gibi alanlarda sürdürülen mücadelelerin takipçisi olacağım. 5.Başlayalım isterseniz?
Türk tarihinde göçebe – yerleşik anlaşmazlığı büyük yer işgal eder. Yüzyıllar boyunca devam eden bu çatışma, Selçuklu ve hatta Osmanlı devletlerinin devraldığı bir sorundur. Göçebe veya yerleşik kimliği etnik mensubiyetin, aynı boydan olmanın, aynı dili konuşmanın, aynı inanca sahip olmanın üstündedir. Çinliler yerleşik yaşamı çok daha önceden benimsedikleri ve çok eski çağlarda yerleşiğe geçtikleri için bu sorunu kendi içlerinde yaşamaktan kurtulmuşlardı. Onlar bir dış taciz olarak karşılaştıkları tehdidi bertaraf etmek için daha MÖ. 221’de set inşa ederek göçebe saldırılarını önlemeye, onlarla uzlaşmaya çalıştılar. Türk merkezî devletinin verdiği sözler, imzalanan saldırmazlık antlaşmaları da durumu değiştirmedi. Saldırılar devam etti. Çünkü Türk hakanı da duruma hâkim değildi. Bunun üzerine merkezî devlet kendine itaat eden Türk boylarından bazılarını, Çin’i diğer Türk boylarının saldırılarından korumakla görevlendirip maaşa bağlamak zorunda kalmıştır. 6. Göçebe ve yerleşik sözcüklerinden neyi anlamalıyız?
Değişik şartlara bağlı olarak belirli bir yöre içerisinde çadır, hayvan ve öteki araçlarla yer değiştirerek yaşayan, yerleşik olmayan topluluklar için göçebe terimi kullanılır. Göçebeler hayvan otlakları arayışındadır. Komşu yerleşiklere saldırarak yağma harekâtına girişirler. Geçim kaynakları avcılık-toplayıcılık, hayvancılık, çapul ve yağmadır. Hem birbirleriyle hem de yerleşiklerle çatışma hâlindedirler. Boylar hâlinde yaşarlar. Kurdukları devletler, aralarındaki bağların pek güçlü olmadığı boylar federasyonu olma özelliğini gösterir.
Göçebe ekonomisi dışa bağımlıdır. Yerleşiklere muhtaçtır. Hayatını devam ettirmek için ya anlaşarak ya da savaşarak kendisinde olmayan bazı ürünleri temin etmek zorundadır.
Yerleşikler ise tarım, ticaret, hayvancılığı bir arada yürütürler. Evlerde yaşarlar. Meslekler oluşturmuş, iş bölümü yapmış, kentler kurmuşlardır.
Hiyerarşik düzen, merkezî devlet, vergi toplayan güçlü yönetimler bu toplulukların başlıca özelliğidir.
Günümüzdeki göçebeler yerleşiklerle zaman zaman ticaret yaparlar. Belirli bir yerde sabit değildirler. Yaylak, kışlak kurarlar. İmece bu tarzda yaşayan topluklarda çok önemlidir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir