Aybalam Sayı 10

Aybalam Sayı 10

 BENİM SİNEMALARIM*

Sinema ile küçük yaşlarda tanıştım. Daha önceleri şehir tiyatrosu olarak hizmet veren bizim çocukluğumuzda film gösterilerine ev sahipliği yapan binanın önündeki afiş haftada bir değiştirilirdi. Ancak hiç eskimeyen bir film vardı: Arşın Mal Alan. Üzeyir Hacıbekov’ un bu müzikalini beyaz perdede izlemeye doymayan kadınlar, her yıl birkaç kere soluğu sinemada alırdı. Son raları sıra göz yaşartıcı Esat Mahmut Kara kurt, Muazzez Tahsin Berkant uyarlamalarına geldi. Mahalle aralarında paytonla dolaştırılan tanıtım afişlerinden sonra salon daha da kalabalık olurdu.

Çocuk filmlerinden payımıza Kara Şimşek, Kırmızı Balon düştü. Komşumuzun ortanca oğlu Habip abi Çocuk psikolojisinden anlıyor, bizim üzerimize titriyordu. Benhur’a da o götürdü bizi. 10 Emir’e babam, annem, ablam ve ben birlikte ailece gitmiştik. Harp veSulh’u ordu evi sineması getir mişti.

 Çorak şehrimizde, tekdüze hayatın kuşatması altında evden okula okuldan eve gidip gelen biz çocukların bu yapımlar sayesinde ufku genişliyor,  büyülü perdede denizleri, gemileri izleyebiliyorduk.  Bol miktarda vuruşmanın olduğu westernlerde kovboyların dört nala at koşturmalarını, kurşunu bit meyen tabancalarını hayranlıkla izler, oyunlarımızda onları taklit ederdik. Sinema ile geç yaşta tanışan lar, hiç film izlemeden dünyadan göçenler vardı. Birkaç film izleyen kendini uzman sanıyor, acemi izle yiciler hakkında türlü hikâyeler anlatılıyordu. Bunlardan biri şöyleydi:  İlk defa salona soktukları vatan daş kalabalıktan huylanmış, birazdan olacakları hiç de hayra alamet saymamıştı. Işıklar söndüğünde kahramanımızın kalbi güm güm diye çarpmaya başlamıştı. Görüntüler arka arkaya gelince nabız atış ları daha da hızlandı. Silahlar patlıyor, beygirler kişniyor, göz göre cinayetler işleniyordu. Bunların bin de biri köyde olsa jandarma müdahale eder, bu katliama izin vermezdi. Sıra posta arabalarının takip sahnelerine geldiğinde deli gibi koşturan küheylanların öndeki  seyircilerinbaşları üzerinden geçecek gibi gözüktüğü bölümde kendini tutamadı ve aniden heyecanla ayağa fırlayıp:

      -Irrrrrrırrrr aye milleti çiğnedi milleti çiğnedi, milleti çiğnedi diye feryat figan etti.

       Salondakiler kahkahaya boğulmuştu.

Arkadaşları onu ikinci kez sinemaya getirdiklerinde epey dil döküp gördükleri karşısında telaşa kapılmamasını, bütün bu işlerin gerçek olmadığını anlattılar. Fakat aksilik yine kovboy filmiydi. Bu de fa düello sahnesi vardı. Bir tabancanın namlusu doğrudan karanlıktaki seyirciyi hedef almıştı. Herif, horozu kaldırmış, tetiğe basmak üzere, bir küçük hareket her şeyi sonlandıracak. Peki, bu zalim arka daşları niçinonu iki kolundan kavramışlar? Ulan yoksa bu namusuzlar onu buraya öldürmeye mi getir diler. Hem niye gözlerini perdeye değil de kendisine dikmişler? Patlama sesi ile birlikte hedef olma mak için başını yana kaçırdı. Arkadaşları bıyık altından gülüyorlardı.

                              *                                  *                                        *

Handa nöker** olarak çalışan Eren, ben ve hancının oğlu arkadaşım birlikte sinemaya gittik. Bu defa lord, senyör, dük ve düşeslerin olduğu göz kamaştırıcı giysilerin sergilendiği adını şimdi hatırla madığım bir filmi izledik. Çıkışta film üzerine konuşurken:

-O adam o kadını niye dövdü, gibisinden bir sorumu arkadaşımın yerine nökeri cevapladı:

-Vay be Eren filmi anlamış, dedik. Onun daha ilk deneyimindeki dikkati bizi şaşırtmıştı.

               Film üzerine konuşmaya devam ettik. Biz iki sinema kompedonu konuşurken araya girip:

–  Heç adam yoktu, hepsi avrat idi, dedi. Biz çok sinirlendik.  Nöker, haddini bilmiyor, bize akıl veriyordu.

-Yahu Orta Çağ’ da soylular peruk takardı. O uzun saçlıların bir kısmı erkekti, diye kendi bildi ğimizce açıklama yaptık.    Devamı arka sayfada

              BENİM SİNEMALARIM

-Hayır, dedi Eren. Hayır. Adam madam yoktu, hepsi avrat idi. Onun dünyasında erkek ile ka dını ayıran en önemli alamet saçın uzun mu kısa mı olduğuydu. Aksilik filmde bir Allah’ ın kulu osun bıyıklı erkek de yoktu. Bu yüzden Eren bize inanmıyordu. Çok öfkelendik ve onu sinemaya götürme yeceğimizi, onunla arkadaşlık yapmayacağımızı bildirdik. O 

-Adam madam yoktu, hepsi avrat idi, dedi tekrar.  

                         *                  *                             * 

Sinema serüvenlerimiz bunlarla bitmiyordu. Bazen en iyisi flimi değil, filmi izleyenlerin tepkil erini takip etmekti.Benden on yaş büyük teyze oğlumu sinemaya ev sahibemizin oğlu götürmüş, o da sinema salonlarının büyüsüne kapılmıştı. YılmazGüney’in vurdulu kırdılı filmlerini kaçırmıyorduk. Sah nede bir balkon, orada silahlı bir adam nöbette, sağı solu kolluyor, esas oğlanın onu saf dışı bırakması lazım ki, içeridekileri de halletsin. Gizlice yaklaşıyor, elleriyle balkona asılıp bacaklarını karnına çekiyor ki ada mın boynunu keten pereyealsın. Teyze oğlumuz yerinden kalkıyor, arkadakileri uyarıyor:

-Hişşşşttt

-Otur kardeşim diye itirazlar yükseliyor.

-Bunu hallederse ötekiler kolay o yüzden!

-Otur be, diyorlar.

              O sırada Yılmaz Güney o adamı çoktan halletmiş. Ötekilerle savaşıyor.

              Teyze oğlu şaşkın 

               -Vay, ne oldu, diyor.

               Film onu bekleyecek sanki.

                                    *                                        *                              * 

Yazlık sinema açtı bir hayırsever. Giriş ücretsizdi.  Bir zamanlar simsar adı verilen kişilerin  önünde Selim, Sarı kamış….diye  avaz avaz bağırıp yolcu topladığı, ilçelere giden otobüslerin kalktığı kemerli bir girişi bulunan, dört bir yanı yüksek bina ile çevrili açıklıktaydı sinema. Gökyüzünde yıldız ların gözüktüğü saatlerde serin havada sinema keyfi inanılmazdı.

              Bizim dükkânın köylü müşterilerinden Kirve Halamız vardı. Kirve aşağı kirve yukarı derken ka dının gerçek adını unutmuştum. Başında kofisi, sırtında ceketi, üstünde rengârenk entarisi olan bu kadın yıllar önce kocasını kaybetmiş, yüzünde zor geçirilmiş günlerin çizgileri belirmişti. Yazlık sinema ya gidip  Köroğlu filmini izledi orada. Kahraman her kılıç darbesinde birkaç kişiyi yere seriyor, düşma na aman vermiyordu. Kirvenin kafası doluydu. Filmin içine girmesi biraz vakit aldı. Harketli sahneler başlayınca dikkati perdeye yöneldi. Ustaca at süren, kılıcını her savurduğunda bir kişiyi yer seren kahraman kirvnenin yüreğindeki telleri oynattı. 

-Hay kocağım, vay aslanım diye başlayan mırıldanmaları giderek sıklaştı. Sanki kahraman onun için savaşıyordu. İşte şu suratsız herif, kasabada kendine kredi vermekte güçlük çıkaran koope ratif balkanına ne kadar benziyordu. İşte şu it hayvan alımında işi yokuşa süren etbalık müdürünün ta kendisiydi. Bak işte şu namussuz da geçimsiz komşusunun ikiz kardeşi. Artık sevgisinde sınırları kaldı rıp:

-Hay kardeşim, vay yiğidim nidalarına başladı. Artık bir nöbete girmiş biri gibi titreyerek:   

-Vay si………yiyeyim, vay taşaklarını yiyeyim …hezeyanları ile tüm dikkatleri üzerine çekti. Hiçbir şeyin farkında değildi. Kendinden geçmiş, transa girmişti. Çevresindeki gülüşmeleri duymu yordu. O, şimdi hayattaki tüm öfkesini, tüm sıkıntılarını hafifleten, öcünü yerde bırakmayan kahra man ile hemhâldi. Kimse onu bu bütünleşmeden alıkoyamazdı.

                     *Başlıkta Firuzan’ dan esinlenilmiştir. ** İş yeri veya evin her tür hizmetine bakan kimse

AYRIMCILIK SİYASETİNİN AZERBAYCAN’ DA Kİ YANSIMALARI

Azerbaycan ve Türkiye Devletleri ikiz kardeşler gibi kendi sınırlarında yaşayan bazı halklara sırt dönme siyaseti güdüyorlar.  Ermenistan ile sıcak çatışmaların yaşandığı günlerde Tv. de açık otu rum ve panellerde konuşan asker emeklisi, akademisyen, gazeteci takımı hep birden Azerbaycanlı yerine Azerbyacan Türkleri  terimini dillerine doladılar ve bu söylemler Türkiye Türkleri ifadesini üretti. İki Devlet Tek Millet sloganı ile özetlenecek milliyetçilik isterisi, bu ülkelerde yaşayan öteki halkların büsbütün gözardı edilmesi yolunu pekiştiriyor. Nicat İmran adlı yorumcu bu durumu şöyle özetliyor: İki tür jenosit vardır. Biri hakları fiziki olarak yok etmek, diğeri  halkların kültürünü yok etmek. 

 Azerbaycan’ın yüz yıldan ibaret geçmişine göz attığımızda isimlere, tarihlere, rakamlara bo ğulmuş bilgiler arasında yerli halkların varlığı yine güme gidiyor. Çarlık Rusyasının devrilmesi sonrasın da 1918’ de Mehmet Emin Resulzade başkanlığında kurulan hükûmetin yapısı; başkan yardımcıları H. Agayev, M. Seyidov, icra heyetinin başkanı Feth Ali Han Hoyski’ nin Kürt, Mihmandorov’ un Talış, di ğerlerinin Tat, Yahudi olmaları saklanıyor. Övgü söz konusu ise Türk olmak, yergiyi gerektiren durum larda Kürt, Lezgi, Tat, Talış olmak öne çıkarılıyor. Türkiye’ deki abilerinden pek güzel ders alan Azerbay can yazarlarının büyük bölümü, karanlık düşüncelerini paylaşmakta beis görmüyorlar. Çerkes Ethem vakası başka sahalarda her gün bir daha yaşatılıyor. Aşağıda Lezgilere yönelik kısıtlamalardan birkaç örnek sunarken yine Azerbaycan basınındaki özgür seslerden yararlanacağız.     

                             LEZGİ DİLİNDE EĞİTİME GETİRİLEN KISITLAMALAR

Bakü’ de yayımlanan Samur Gazetesinde Azerbaycan’ da nüfus sıralamasında ikinci halk ola rak bilinen Lezgilere yönelik kısıtlama, baskı ve karalamalara karşı çıkan yazılar yayımlanıyor. Bunlar dan birinin çevirisi şöyle:

Azerbaycan devletinin çok kültürlülük ve hoşgörü sahasında bütün dünyaya örnek olduğu gü nümüzde  “Respublika Tahsil Nazırlığı” farklı bir tutuma imza attı.  Ortaokullarda Lezgi dilinde ders saatleri haftada iki saatten bir saate indirildi.

Bakanlık respublikada yaşayan halkların dillerini, kültürünü, âdet-ananelerini  korumak ve geliştirmek için özel bir çaba içerisinde bulunmak gerektiğini bilmiyor mu? Bilmesine biliyor ancak bakanlık diller ile ilgili birikmiş sorunları çözmek yerine bu yolu seçmiştir. Hâlbuki bakanlık, son 40 yıl içerisinde respublikada Lezgi dilinde eğitim veren toplam iki dersliğin faaliyete geçirildiğini, birçok oku lun her sınıfında öğrencilere birkaç kitap dağıtıldığını, bu dilde ders verecek öğretmen kadrolarında yetersizlik olduğunu dikkate alıp derslik sayısının artırılmasına, Lezgi dili öğretmenlerinin yetiştirilme sine çaba göstermeliydi.  

Ders saatlerinin azaltılması konusunda Kuba, Xaçmaz, Qebele ve İsmayıllı rayonlarından onlarca okuyucu  Samur Gazetesine başvuruda bulunup diyorlar ki: Haftada bir saat ders işlenerek hangi dil öğrenilebilir? Niçin bu adaletsizliğe göz yumuyorsunuz? Respublikanın köklü halklarından olan Lezgilerin diline kaşı niçin üvey evlat muamelesi yapılıyor? (Samur Millî Merkezi, Samur Gazetesi Redaksiyonu)

                     TARİHSEL KİŞİLİKLERE SALDIRI

Aynı gazetenin Temmuz, Ağustos, Eylül, Ekim sayılarında tefrika edilen bir yazıda ise tarihsel kişilikler arasında yer alan ve Azeri Koç Nebi, Kaçak Mayıl, Çeçen Zelimhan Haraçovski, Lezgi Kiri Buba adlı kişilerden Türk olmayanların- ki bu kişiler Yörük Ali Efe, Demircioğlu Mehmet Efe gibi ulusal kahra manlardır- aşağılandığından söz ediliyor ve özetle şöyle deniliyor : Devamı pdf‘de


Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir