Aybalam Sayı 5
KOMŞU SAVAŞLARI
Alaveralılar ile Dalaveralılar çayır paylaşımında anlaşmazlığa düşünce yargıya
başvurup sürüm sürüm sürünmektense savaşmaya karar verdiler. Öyle ya, evde fotoğrafı
asılı ecdat boşu boşuna mı sabahtan akşama kaş çatıyordu? Onlara layık olmanın tam
sırasıydı. Ancak imkânlar eşit değildi. Alaveralılar tabanca tüfekli, Dalaveralılar
donanımsızdı. Yoksul fakat kurnaz köyün aksakallıları diğer köyden daha az imkânlara
sahip olmanın doğurduğu eşitsizliğe çare bulmak için toplantı yapma ya karar verdiler.
Askerliğini çavuş olarak yapanlar, yaşlı-genç-çocuk, kadın-erkek topyekûn seferber
olmayı önerdi. Kimi konuşmacılar çoluk çocuğu cepheye sürüp muharebeye sokmanın
sakıncalarını dile getirdi. Kimileri başarı kazanmak için iş bölümü yapmanın ve herkesten
yeteneği kapsamında görev beklemenin öneminden söz etti ve şanlı tarihimizden örnekler
vererek
alkış
aldı.
Alınan kararlar hayata geçirilmeye başlandı. Kadınlar sıhhiye, çocuklar lojistik,
gençler muharip görevini üstlendiler. Herkes gereğinde her boşluğu dolduracak, bu benim
işim değil demeyecekti. Kurşun olarak demir bilye, tabanca ve tüfeğe karşı sapan kullanılacak,düşman el birliği ile yenilecekti. İki taraf birbirinin attığı adımlardan ister istemez haberdar oluyordu. Alaver, Dalaver’in hazırlıklarını hesaba katarak siper kazmaya
başlamıştı. Dalaver’in işi zordu. Düz çizgide yol alan mermilerle isabet imkânsızdı. Yeni bir silah geliştirmek gerekiyordu.
Bu aşamada çocuklar, büyüklerine sürpriz yaptılar. İp bağladıkları taşları kement
atan kovboylar gibi başlarının üzerinde daireler çizdirerek fırlatmayı önerdiler. Bu konuda bir gösteri sunup tümseklerin arkasındaki düşman kuvvetlerini temsil eden şişeleri kırdılar. Gülleler engebe ve engel tanımıyor, gökten yere yağıp hedefi vuruyordu. Bu silah benimsendi. 20 kişilik atıcı grubu oluşturuldu.
Karşı köyün kullanacağı silahların atış menzilinin dışında bir mesafede hangi
tepelerin tutulacağı, arazinin yüzey şekilleri göz önünde bulundurularak hazırlıklar
yürütüldü. Ortaya çıkacak beklenmedik durumlar hesaplandı. Dört bir yana dağılıp toplanan seçme taşlarla yığınlar oluşturuldu. İplerin sağlamlıkları kontrol edildi. Kritik yerlere gözcüler dikildi.
O gün Dalaver’de alarm verildi. Tabanca tüfek atışları ile üstün geleceklerinden çekilseler
de köyün içinde gökten taş yağmuru devam ediyor, kafa göz yarıyordu. Ebabil kuşlarının
saldırısına uğrayan müşrikler gibi perişan durumdaydılar. Beyaz bayrak sallayıp koşulsuz teslim olma kararı aldılar. Muharebe sonrası iş tatlıya bağlandı. Karşılıklı geçmiş olsun ziyaretleri yapıldı.Mera ve otlakların paylaşımı konusunda anlaşıldı.
Mahkemelere bir dosya daha sunulmadığı, işin içine jandarma veya polis karıştırılmadığı, birkaç hafif yaralı ile kavgayı tamamladıkları için taraflar memnundu.
KÂŞİFLER ŞEHRİ
İlk oyuncaklarımız taş, tahta, kutu, kâğıt vb. nesnelerdi. Çelik çomak için tahtaları, leppik için taşları biçimlendirirdik. Aşık kemiklerinden yararlanmanın modası çoktan geçmişti. Sayışmalar her oyunda farklıydı. Çember oğlanlara, ip atlama ve seksek kızlara hitap ediyordu. Mentek bizim, Aç Kapıyı Bezirgân Başı onlarındı. Sigara kutularından elde ettiğimiz üstü Bahar, Yenice, Gelincik, Kulüp, Sipahi yazılı kartonları duvara dokundurup bırakırken kazanmanın sevincini, kaybetmenin üzüntüsünü yaşardık. Oklar, yaylar, tüyler ile Kızılderili; çene kemiğinden tabancalarla kovboy olduk. Topaç, misket, su tabancası, tapa tabancası derken para ile alınan materyaller girdi sıraya. Kızak siparişleri marangozlara verildi. Daha varlıklı kişilerin oturduğu mahallelerde çocukların patenleri vardı. Biz naylon terliklerle yokuşlarda kayardık.
Sakızlardan çıkan futbolcu resimlerini camın dışına yapıştırır, elimde tuttuğum aynada gün ışığını şeffaf kâğıda yansıtarak evin duvarında kocaman görüntüler elde ederdim. Bu benim ilk keşfimdi. Diğeri iki kibrit kutusunu uzun bir iple irtibatlandırıp gıcırdatarak bir tür telefon sistemi oluşturmaydı. Ev sahibesi kadına okumayı zar zor da olsa öğrettim. İngilizceden öğrendiğim ilk sözcüklerden birinden yaralanıp öğrencime donkey adını verdim. Donkey aşağı donkey yukarı derken kadın öğrenme aşkıyla ses çıkarmıyor, bana itaat ediyordu. Haylazlıklarımın sınırı yoktu. Sırada kadıncağızı kobay olarak kullanmak vardı. Okulda yapılan deneylerden esinlenerek ev sahibimizin yaz günü çamaşır yıkamak için kömürlükte soba yaktığını görüp çıkışı engelledim. Denek, durumun farkında değildi. Ahşap merdiven basamaklarını tırmanıp damın bacasına çıktım ve ikinci aşamaya geçtim. Dumanın çıktığı bölümü büyük bir tuğla ile kapattım. Bakalım denek olarak kullandığım kadın camı olmayan mazgaldan nefes alarak kaç dakika yaşayabilecekti. Konumuz “Canlılar oksijen olmadan ne kadar yaşayabilirler?” idi. Kadın önce kim o yukarıdaki ne diye bacayı kapattı dedi. Sonra halkayı geçirip dışarıdan kapattığım kapıya koşup kim kilitledi burayı, imdat imdat! diyebağırmaya başladı. Annem koşup halkayı çıkardı. Kapı açılınca öksürükten yaşarmış gözleri ile ev sahibemiz çıktı. Bahçe kapısına koşarak
kendimi dışarı atmaya çalıştım. Fırlattığı değnek iki bacağımı da saf dışı bıraktı. Epey kıvrandım. Fakat Tom Sawyer olmak kolay değildi. O
günlerde kanıma işleyen araştırma, irdeleme, keşfetme merakım ömür boyu devam edecekti.
Şehrimiz çok savaşlar görmüş, yokluklar yaşamış bir tarihe sahipti. İnsanlar birbirini boğazlamış türlü eziyetler etmişlerdi. Bu zor
günlerde yaşamlarını sürdürebilmek için çeşitli çareler üretmişti. Bizim şehirdir diye demiyorum. Zeki insanlardık.
Şehrin insanları modernleşmeye açıktı. Okuma, araştırma, keşif merakı kitlesel boyutlardaydı. Köyler de bu gelişmelerin dışında
kalmamak için seferberlik hâlindeydi. Varsın hükûmet üniversite açmayı bu yöreye çok görsün, bilim âşıklarını hiçbir mahrumiyet durduramazdı.
Adı bende saklı ilçemizin adı bende saklı köyündeki hemşerimiz, yüznumarada defi hacet ederken çıkan gazın boşu boşuna havaya
savrulduğunu görüyor, bu israfa bir çâre bulunması gereğine inanıyordu. Kişi başına bir santimetre küp olsa da işin içine milyonlar dâhil olduğunda bu doğal servetin ziyan olmaması gerektiği açıktı. Ancak önce malın kalitesini test etmek gerekiyordu.Bunun için muhtardan ödünç aldığı benzinli çakmağı kullanacaktı. Deney mahalli yüznumaraydı. O gün deney için harekete geçti. Ayakyolu için yapılmış kulübe benzeri yere girdi. Şalvarını sıyırıp oturdu. Çakmağı elinde hazır tutuyordu. Evet, işte o an geldi. Tam zamanı şimdi diyerek çakmağı çaktığında kıçının civarında bir alev topu belirdi. Acıdan feryadı bastı. Söndürmek için çırpınınca az kalsın çukura düşecekti. Günlerce hastanede yanık tedavisi gördü.
Diğer bir mahallemizde bahse konu olan deneme şuydu. Mezarlıkta belirlenen bir yere bıçak saplama işini gece yarısı başaran kişi,
hem ölülerle ve ölümle ilgili söylencelerin yanlışlığını kanıtlayacak hem de bir kuzu ödülünü almayı hak edecekti. Arkadaş grubu arasında
girişilen bahse diğer köylüler de iştirak etti. Bir bölümü yapılabilir, diğer bölümü yapılamaz ölüler buna cüret eden günahkârın yaptığını
yanına bırakmaz, suçunun cezasını verirler diyordu.
Bahis günü geldi çattı, yer belirlendi, yarışmacı seçildi. Önce gözlemciler mezarlığı denetlediler. Yarışmacıyı gece yarısına kadar
bekletip salıverdiler. Bıçak sapladıktan sonra oradan ayrılmayacak, gözlemciler gelip bıçağın saplanıp saplanmadığını kontrol edecekti.
Hançerini aldı. Hava soğuk olduğu için uzun paltosuna bürünmüştü.
Gözü pek kişimiz mezarlığa girdi. Hava zifiri karanlık, çevre ıssızdı. Kalp çarpıntılarının sesini duyup tedirgin oldu. İlk adımların
ardından bu işin çok da basit olmadığını düşünmeye başladı. Dönse ele güne rezil olacaktı. Belirlenen yerde diz çöküp bıçağı eli titreyerek
toprağa sapladı. Ayağa kalkmak istedi. O ne, birisi eteğine asılmış, çekiyordu! Düşüp oracığa yığıldı.
Birazdan oraya gelen arkadaşları onu bir mezarın yanında kımıldamadan yatarken buldular. Paltosunun eteğine saplanmış bıçak vardı.
Araştırmaların, bahislerin sonu gelmiyordu. Bir grup yerin altını inceleme hocaların anlattıklarını sorgulama, onların iddialarını
çürütme kararı aldı. Gerçekten mezarda sorgu sual var mı? Varsa sorgu meleğinin şekli şemaili nasıldır? Gruptan en gözü pek olanını diri diri
gömecek, işin doğrusunu ondan öğreneceklerdi. Soluk alabilsin diye kullanacakları su hortumunun bir ucu mucidin ağızında, diğer ucu
dışarıda olacak, arkadaşları ertesi sabah onu oradan çıkaracaklardı.
Bu keşfin devamındaki anlatımlara inanmak güçtü. Güya bunu denemeye kalkan mucidin başına çok kötü işler gelmişti. Arkadaşları
sabah geldiklerinde çukurun boş, toprağın kenara saçılmış olduğunu görüp şoka girmişlerdi. Bahisçi, çukurdan ötelere fırlatılmıştı.
Anlaşılmaz şeyler mırıldanıyordu, eli ayağı tutmaz hâldeydi. Neyse ki soluk alıp veriyordu. Hocalardan birine götürüp çare bulması için yalvar
yakar olmuşlardı. Hoca bu aklı evvelleri dinledikten sonra:
-Yerin üstünü hallettik, altı mı kaldı, ben buna hiçbir çare bulamam, demişti.
Bahis, icat, araştırma isteği galip geliyor, yeni deneyler uğruna gereğinde can veriliyordu. Bilim âşıklarının hazırlıkları durmuyordu.
Varsın keşifler uğrunda nice canlar feda olsun, sonuçta gözünü budaktan esirgemeyen meraklılar için araştırmanın, bulmanın, insanlığa
hayırlı bir iş yapmanın sonu yoktu.