Kim 24
KUMUK HALK MASALI
SIĞIRTMACIN DOSTLARI
Bu anlattıklarım odu mu, olmadı mı emin değilim, fakat nakledenlerden dinlediğime göre, o şehirde yaşayan yoksul sığırtmaç ile oğlu birlikte halkın
hayvanlarını otlatarak karşılığında aldıkları para ile geçimlerini kıt kanaat sağlıyorlardı.
Günlerin birinde oğul inekleri sahilin kıyısındaki çayıra salmışken denizin kenarında, kumsalda büyük bir balığın can çekişmekte olduğunu gördü.
Sığırtmaç, tesadüfen oradan geçen adama, durumu babasına haber vermesi, ganimeti taşımak için araba getirmesini sağlaması konusunda ricada bulundu. Kendisi
de belindeki hançeri çıkarıp balığın üzerine atıldı. Balık, kuyruğunu titreterek dile gelip yalvardı.
-Ne olur, beni denize at. Zorda kaldığında ben de sana yardım ederim, dedi.
-Ben seni nereden bulup da yardıma çağıracağım?- diye sordu, genç.
-Benim yüzgeçlerimden birini kopar. Dara düştüğünde denizin sahiline gel ve yüzgeci ateşte kızart. O, yanıp kül olmadan ben kokuyu alır, senin
yardımına koşup gelirim.
Genç, balığı öldürmeye kıyamadı. Yüzgeçlerden birini koparıp balığı denize attı. Babası uzaktan:
-Hani, o büyük balık!- diye bağırdı.
-Ben balığı denize saldım, baba.
Babası çılgına döndü. Oğlunun üzerine yürüdü.
Genç, yakındaki ormana sığındı. Ağaçların arasında dolaşırken bir inilti duydu. İleri yürüyüp gördü ki, geyiğin boynuzu ağacın dallarına takılı kalmış.
Oğlan, bıçağına el attığında geyik dile geldi.
-Ey insanoğlu, beni öldürme. Bana yardımcı ol. Sonra yünümden bir tutam kopar ve sakla. Güç duruma düştüğünde yünü hemen ateşe at. Ben karşında
belireceğim ve hizmetinde olacağım.
Genç, geyiğe acıdı. Hayvanı kurtardı. Ondan bir tutam yün koparıp salıverdi.
Ormanda bir süre daha dolaştı. Açık bir sahaya vardı. Gördü ki, tilki kaçıyor, bir köpek sürüsü de onun peşinde. Soluk soluğa kalmış tilki, oğlanın ayakları
dibine uzandı.
-Bana yardım et, ey iyiliksever çocuk, diye ağlamaya başladı. Beni bu zalimlerden kurtar ve kuyruğumdan bir kıl kopar. Gerektiğinde ben seni bulur,
yardım ederim.
Oğlan, köpekleri kovdu. Tilkiden kıl koparıp onu ormana gönderdi.
Yürümeye devam etti. Şehrin giriş kapısından geçip ilk evin kapısını çaldı.
-Merhaba, konuk kabul eder misiniz?
-Niçin kabul etmeyelim?- diye ev sahibi yaşlı kadın cevap verdi.
O, sığırtmacı eve buyur etti. Sofrayı donattı.
Oğlan, şehri dolaşmaya çıktı. Şehir hem büyük hem de görkemli idi. Binalardan birisi daha çok göz alıcıydı. Bu, hükümdarın sarayı idi.
Eve döndüğünde kadına sarayda kimlerin yaşadığını sordu.
-Hiç sormasan daha iyi olur oğlum, diye söze başladı yaşlı kadın. Bizim hükümdarın varı yoğu bir kızı var. Onun şöhreti dünyaya yayılmıştır. O, çok akıllı
ve güzel olduğu kadar da gaddardır. Nice yiğitler onunla evlenmek istedi. O her birine saklanmasını, bulamadığı kişi ile evleneceğini söyledi. Bunu kimse başaramadı.
İğnenin deliğine de saklansa nice kişiyi bulup boynunu vurdurdu.
-Ben korkmuyorum, dedi oğlan.
-Oğlum, sakın gitme, denizin dibine dalsan da o seni bulur.
-Endişe etme, iyiliksever kadın! Ben sıradan bir sığırtmacım, ölsem de gam yemem.
Delikanlı, böyle dedi ve saraya gelip bağırdı.
-Ey hükümdar, ben kızına talibim! Ne gerekiyorsa yapmaya hazırım.
Hükümdar sarayın balkonuna çıktı, genci süzdü.
-Kızım, bu akılsıza cevap ver, diye kızına seslendi.
Han kızı, üst pencereden bağırdı. Ey deli, git saklan, eğer bulamazsam seninim.
-Kaç defa sınanacağım?- diye sordu oğlan.
-Üç defa, dedi kız.
Genç, deniz kıyısına koşup yüzgeci tutuşturdu. Balık denizin dibinden yüzeye çıktı.
-Sana ne lazım çocuk?
-Beni sakla.
Balık ağzını açtı ve oğlanı yuttu. Denizin derinliklerine daldılar. Balık dipteki kumların içine gömüldü. Kız, yukarı, aşağı, sağa, sola her yöne gitti. Genç
ortada yoktu, yer yarılıp da içine girmiş gibiydi.
-Tamam, kazandın!- diye bağırdı kız. Balık yüzeye çıktı. Ağzını açtı ve genci kıyıya salıverdi.
-İkinci defa saklan, bakalım, diye emretti kız.
Genç ormana doğru koştu. Geyiğin tüylerini yaktı. Geyik ortaya çıktı.
-Söyle bakalım, senin için ne yapabilirim?
-Sakla beni.
Geyik genci sırtına aldı.
-İyi tutun, dedi. Rüzgâr gibi uçarak dereleri geçti, dağları aştı, derin bir mağaraya girdi. Genci mağaranın derinliklerinde saklayıp girişin önünü kendi
bedeniyle kapattı.
Hükümdarın kızı yukarı, aşağı, sağa, sola dünyanın dört bucağına bakındı. Delikanlıyı bulamayıp pes etti. Tam o sırada sineğin biri geyiğe musallat
olmasa ve hayvancağız da onu kovmak için yerini terk etmese gencin ortaya çıkacağı yoktu.
Kız:
-Tamam bunu da kazandın, dedi. Hadi üçüncü defa saklan. Oğlan, bu defa geniş açıklığa gelip tilkinin kuyruğundan kopardığı tüyü yaktı.
-İyiliksever çocuk, sana nasıl yardım edebilirim?- diyerek tilki ortaya çıktı.
-Tüm kurnazlığını kullan ve beni öyle bir yere sakla ki, kimse bulmasın.
Tilki o anda kırmızı sakallı bir tüccara dönüştü. Renkli keçi derisini koltuğunun altına sokup genci pireye çevirdi. Ona dedi ki:
-Bohçaya gir. Ben kendi mallarımla sarayın kulesi önünde dolaşacağım. Hükümdarın kızı giysi meraklısı olduğu için bohçayı açmamı isteyecek, benden
yukarı kata çıkmamı isteyecek. Sen o sırada onun eteğine sıçrarsın. Eğer kız seni bulursa razıyım ki, benim sakalımı kessinler.
Hükümdarın kızı kulede dikilmiş, çevreyi kolaçan ediyordu. Genç ortada yoktu. O sırada civarda dolaşan taciri gördü.
-Kime güzel kumaş lazım? Hey kumaş isteyenler, kim kırmızı, mavi kumaş ister?- diye bağırıyordu.
-Satıcı, getir bakalım, ne satıyorsun?- diye kız seslendi.
Tilki kuleye çıktı ve bohçasını açıp malları kızın önüne serdi. Hükümdar kızı kumaşlarla oyalanırken pire hissettirmeden kızın eteğine sıçradı. O sırada
hükümdar gelip:
-Kızım sen sana talip olan o genci gördün mü? – diye sordu.
-Hayır, baba onu hiçbir yerde görmüyorum, diye cevap verdi kız.
-İyice baktın mı etrafa?
Fakat kız ne kadar o yöne bu yöne baksa da genci göremedi.
-Ben onu bulmaktan umudumu kestim, diye mırıldandı. ,
İşte tam o sırada genç pire olmaktan sıyrılıp eski durumuna döndü.
Ülkede herkes, gencin hükümdar kızına galip geldiğini gördü. Toplardan yaylım ateşi açıldı. Devasa davullar vuruldu, zurnalar çalındı, şarkılar söylendi
ve büyük kitle oluştu. Ben de orada oyuna kalktım. Sonra halkı orada bırakıp geldim ki size bu masalı anlatayım.
Natıq Seyidev
Dağıstan Xalqlarının Nağılları
LEZGİ ÇÖREĞİNDE SAKLI MİTOLOJİK İZLER
Ləzgilərin kadim ve zengin medeniyetini, maneviyatını yansıtan, onların karakteristik âdet-ananelerinin ayrılmaz unsurları olmuş özelliklerinden söz ettiğimizde önce bu topluluk hakkında yüzyıllardan beri herkesin mutabık olduğu “mert, savaşçı, dürüstlükten yana halk” anlayışı aklımıza gelir. Onlara “sözüne güvenilir” denerek “direngen, prensip sahibi” vasıfları ilave edilerek bu özellikleri dile getirilir. Bu yorum rastgele ortaya çıkmadı. Onu çeşitli dönemlerden bu yana Kafkasya’da bulunmuş, Ləzgilərin hayat tarzını,âdət-ananelerini gözlemiş, tarihlerine vakıf olmuş meşhur âlimler, yazarlar,seyyahlareserlerinde kayda geçirmişlerdir. Lezgilərin özelliklerinden söz ettiğimizde “lezginka raksını” hatırlamamak doğru olmaz. Dünyaya en keskin, en çevik, en coşkulu dans ritmini bahşetmiş bu halkın müzik duyumunu,raksa olan sonsuz sevgisini, duygu ve heyecanlarını dinamik, hareketli, çılgın figürler ile sergilemesi yeteneği, lezginkanın bütün halk bayramlarının, memleket şenliklerinin mayasını teşkil etmesi, bu âdetin kadimliğini kanıtlar. Lezgilərin millî övünç sembolü olan Lezgi çöreği ise uzun asırlardır kendine özgü pişirme teknolojisinin mükemmelliği ile dünyaya parmak ısırtmaya devam ediyor. Lezgi çöreğinin tadı, onun güzel şekli, kırıntılarının dökülmemesi, pişirildikten sonra uzun müddet kalitesini koruması hiç kimse için sır değil. Lavaşların üstünün teleklenerek pişirilmesi Lezgi çöreğinin özelliklerindendir.Lakin bu çöreğin asıl özelliği onun Lezgi ocağında pişirilmesidir.Bu ocak,işin ustası kadınlar tarafından üretilir. Lezgi çöreğinin pişirildiği ocağın altında ateş yakılır. Alevin özel bir bacada dolaşarak çöreğin üstünü örtmesi şarttır. Bu usul ile pişirilen çörek güneşe benzer. Bu da tesadüfi değil. Ləzgi çöreğinin pişirilmesi âdetinde Lezgi mitolojisinin izlerine rast gelmek mümkündür. Çok Tanrı inancının yaygın olduğu devirlerde Lezgilərin tapındıkları baş tanrı Güneş’ti. Çöreği parlayan güneşe benzetmek de kadim ayinlerin hatırası gibi günümüze gelip çatmıştır. Çörek birçok halkta kutsaldır. Çöreğe ant içilir. Her halkta çörek çeşitleri azizdir. Lezgiler de istisna değil. Lezgi çörekleri ocakta,tandırda, sacda ve başka fırınlarda pişirilir. Onlardan en yaygını xhar da hazır-lananıdır. “Xhar” sözcüğünü komşu halklar, güçlükle telaffuz ettikleri için onu “Lezgi çöreği” diye adlandırmışlardır. Uzun yıllardan beri bu ifade, respublikamızın ahalisinin lügatine dâhil olmuştur. Peki, Lezgilerin millî serveti olan“Lezgi çöreği” birdenbire “xərək çöreğine” kim tarafından ve niçin çevrilmiştir? Bu sual son yıllarda Azerbaycan’ın Lezgi topluluğunu çok düşündürüyor. Fakat “xərək” sözcüğü tamamen ayrı anlam taşıyor. 1985’te Bakü’de yayımlanmış “Azərbaycanca-Rusca Lügat’te hasta taşınmasında yararlanılan xərək (sedye A.K), çörek hazırlanan ocak ile karıştırılmış. Tercüme çok hassas iştir. Bir halkın sözcüğünü başka bir halkın diline çevirirken daha dikkatli olmak lazımdır. Bir özensiz tavır, bir halkın gururunu incitebilir: misal getirdiğimiz “Lezgi çöreği” ifadesinin bu gün düşürüldüğü durum gibi. Azerbaycan’ın rengârenk mutfağının şöhreti bugün dünyaya yayılmıştır. Bu mutfağı ülkemizin kadim halkları olan Lezgilerin, Talışların, Kürtlərin sofralarının özel lezzetleri daha da zenginleştiriyor. Bugün respublikamıza gelen yabancı konuklar turizm zonalarında tattıkları nimetleri, onlardan biri olan Lezgi çöreğinin lezzetini de unutmuyorlar. Kuzey rayonlarımıza istirahate gelen vatandaşlarımız da bu tadına doyulmaz nimetin -Lezgi çöreğinin- vurgunudurlar. Öyleyse niçin sevdiğimiz çöreğin adını yanlış belirtiyoruz? Onu bin bir emekle, sonsuz sevgiyle pişirip bize ulaştıran Lezgi kız-gelinlerinin, anaların zahmetini niye değersizleştiriyoruz? Gelin bir defalık teslim edelim: Lezgilərin pişirdikleri millî çöreğin adı “xərək çöreği” değil, “Lezgi çöreği”dir!
DEVAMI PDF’TE….